29 Ekim 2017 Pazar

Bir gece ansızın


Çünkü bazen zor gelir taşımak.

Başkasına göz kulak oluyormuş, destek oluyormuş görünümün altında küçük görülen başarıları takdir etmek vardır. İnsanın kendi başarısını daha büyük görme sebebi ise empati yoksunu olmasındandır. Koşulların ve geçmişin getirdiklerinin aynı olmadığını görememesindendir. Var olanın içinde yoktan var etmenin ne kadar sancılı bir inşa olduğunu içselleştirememektendir.

Ağır gelir, taşıyamazsın.

Yalnızlık tam da sana uzaklaşmışken, başkasının yalnızlığı seni boğar. Boğulduğunu kendine itiraf edemediğin için ise kaçarsın. Artık “başkası” yaptığın o insanı iyice yalnızlığa itersin. Bunu inkar etmek için ise daha çok kaçarsın.

Üstüne düşer, ezilirsin.

Kırgınlığın tıpkı karşıdakinin kırgınlığı kadar önemlidir. Ama kelimelerin iyileştirmesine izin vermez, susarak kırgınlığını pekiştirirsin. Bunu yaparak tıpkı karşıdakinin kırgınlığını büyüttüğün gibi. Olayların gelip geçici ve önemsiz olduğunu reddeder, hissedilenin önemini fark edip, o da üzülmüş diyemezsin. Bunun yerine kendini haklı görmeyi seçer, ezilip paramparça olduğunu kendine düşündürterek içerinde bu kaçmaları meşrulaştırırsın.

Vicdan ise ansızın konuşur. Uyuyamazsın.

Artık çok geç olmuştur…


13 Ekim 2015 Salı

12 Ekim gecesi sesleri




Evet, benim şefkate ihtiyacım var. Tam olarak buna!

Karşılıksız, çıkarsız bir sevgi taşmasından doğan bir sarılmaya. İçimdeki acıyı, canı acıyarak anlayabilen birine. Sarılınca dinmeyen o acıyı kenetlenip yaşarsak, beraber ayakta durabileceğimize inandığım birine. Derdimi sadece dinleyen ve anlayan değil, ortak derdimizin olduğu birine. İçimdeki sevgiyi köreltmeye teşebbüs eden her olayda, yardıma koşup bana sevgisini aşılayan birine. Umutsuz suratını gördüğümde umudumla gözlerini güldürebileceğimi bildiğim birine. El ele verdiğimizde bu dünyada en tatminkar kiracılar olduğumuzu bildiğim birine. Omzunda sakladığı huzura gömülüp nefesini dinlediğimde yaşadığıma şükran duyduğum birine. Denizi özleyen, denizin kokusunu ayırt eden birine. Beraber sustuğumuzda sıkılmadığım, beraber sıkılmaktan keyif aldığım birine. Üretmem için beni teşvik eden ve bana ilham veren birine. Kendini diğer canlılardan üstün görmeyen birine. Sadeliği içselleştirmiş, sakinliği ile beni yüklerimden arındıran birine. Samimiyetimizin birbirimize güven verdiği birine. Tenimizin unutmadığımız ortak bir koku yakaladığı birine. Öğrenmekten keyif aldığım ve beraber deneyimlediğim yeni yaşanmışlıklardan mutluluk duyduğum birine. Dürüstlüğümüz ile birbirimizi yormadan eleştirebildiğimiz birine. Kendime yetebildiğimi bana hissettiren ve kendi alanlarımızı koruyabildiğimiz birine. Birbirimizle ve diğer canlılarla dayanışmayı, birlikte hayat alışkanlığı yaptığımız birine. En güzel paylaşımımızı asla kirletmediğimiz birine.


Ayıp mı böyle şeyler istemek? Zayıf mı böyle şeyler isteyen? Kılıf mı bu umudu pekiştirmek? Yalnızlaştırdığımız özneler yetmiyormuş gibi, bir de terk ediyoruz birbirimizi hemen paylaşıp. Mahkum ediyoruz kendimizi en bilindik hislere. Ya onca yükün altında yatan en insani boyut? Unuttuk kendimizi biriktirdiğimiz duyguların ezilmişliğinde. 'Gerekli' görülen hırs, kıskançlık, kızgınlık, şüphe, çekinme, övünme hali ve nicesi sardı bünyeyi. Mutluluk anlık sıkıntıyı gidermek oldu, su içme ihtiyacı gibi. Karınlar acıkmıyor artık, tok iken yediğimiz için. Evrildik yeni bir canlı türüne organik yapıyı bozarak. Gerçi çiçeğin adı aynı çiçek, ona hormon versen de. İnsan da 'insan' kalacak, kendi türü dönüştüğünde.


Son şansımız yaşamak ve istemek için en içten dilekleri. Birkaç tane kaldı görüp anlayan birbirini. Birkaç kişi kaldı hatırlayan kendini. Yüzeyde biriken yağ gibi toplanmış ezber hisleri aşıp, insani boyuta erişen coşkulu insanlar mevcut hala.

Toplumdan saklaya saklaya bu hale gelmiş bastırılmış hisleri. Sevememiş hemcinsini, karşı cinsi. Dile gelememiş taşan sevgisi. Bilememiş paylaşımın güzelliklerini. Kararmasın artık içleri, tükettiler artık hiçleri.

Yani diyorum cesaret etti bu birkaç kişi. Kayıtsız kalmamaya yemin etmiş gibi. El ele döndüler çocuklar gibi, yattılar sonra çimlere, sordular birbirlerine:


"-Ne istiyor içiniz, ne diyor en içten gelen sesiniz? Duyabiliyor musunuz onu?

-Hmm...Evet, benim şefkate ihtiyacım var. Tam olarak buna!" ...


Sonrası iyilik güzellik, yosun kokusu eşliğinde, bi' zeytin ağacı dibinde.



Fazıl Say & Serenad Bağcan - 'Dört Mevsim' Cemal Süreya;
https://www.youtube.com/watch?v=IGC7b6g_RnM

16 Haziran 2014 Pazartesi

Geçmişin Kılçıkları



Bazen çok büyük konuşuruz. Maviyi yüceltiriz. Ve sonra yeşil ile sevişir mavi. Hayran kalırız.




Bazen yanlışlıkla huzur buluruz, yalnız kalınca yakalayabildiğimiz... Resmi kalır akılda.




Bazen yalnız kalmaya hasret kalırız, uzakta kalır tüm hareketler.




Bazen hiç gitmediğimiz kıt'adaki bir yerin içinde olmayı delicesine isteriz.




Bazen rengini sevdiğimiz bir yere çömer, cigaramızı yakarız.




Bazen gövdesine hayran kaldığımız canlının gizli sırlarını keşfederiz. Farklı açıdan izleriz.




Bazen sadece üstüne bastığımız yerde saatlerce oturmak isteriz, o an dahil bir daha asla oturamayız.




Bazen cılız kalırız hayata, kendimize benzer bir gölge bulup yatarız dibi başına.





Bazen bir ağaca koskoca bir aşk yükleriz.




Bazen gittiğimiz bir yerin anısını başka fotoğraflardan izleriz. Acı verir bu muhtaçlık durumu. 




Bazen çok özeniriz.




Bazen çok fazla, hem de çok fazla özeniriz. 








Bazen sadece aynı dili konuşmak isteriz, aynı manzaranın önünde.

Bazen güzel gördüklerimizi unuturuz, güzelliklere yumuluruz.




Ve umut, geçmişe inat, daha iyisini emreder.

28 Şubat 2014 Cuma

Kural ya kim koymuşsa,
O gözle bakmak gerek.
O nasıl bir göz ise,
Başka türlü bakmak suç.
Kural bu ya,
Müstehcen yerlerin gölgesinden bahsetmek suç.
Tutuşmak ve sönmek suç.
Ya hep yan, ya hep kuru.
Ya hep bak, ya körleş.
Ya aşık ol devleş,
Ya arkadaşınla dertleş.
Gün gelir soğursun,
Çünkü kurallarda kaybolmuşsun,
Doğarken tutulmuşsun,
Kiralık, metrobüse 2dk.

13 Ağustos 2013 Salı

koktu burası

Bazen çok ölüyorum be dünya!
Bazen ölümüm senin elinden mi,
Ben mi seni öldürüyorum belli değil.
Flamenco vuruşlarının sesini açıyorum ki
Duyulmasın yazdıklarım
Bağırıyorum sanki içimde
Bazen çok özlüyorum be dünya
Çok özlüyorum seni
Üzerinde döndüğüm günleri
Sen mi dönüyorsun
Beni mi döndürüyorsun
Yoksa ben mi dönüyorum belli değil
Ama senin gibi uyumlu değilim, onu biliyorum.
Sonra vurmayan bir şarkı çalıyor
Sakinliyorum
Bu sefer midem dönüyor
Durdurmuyorsun beni dünya
İnatlaşıyoruz hep
Zamanı hatırlatıyorsun
Düzeni hatırlatıyorsun
Bıktırıyorsun tekrar tekrar
Tekrar ederek
Acele etmekle kalmıyorsun
Yetinmiyorsun
Susturuyorsun
Susturdukça gaza geliyor insan dediğimiz.
Doğaya oynuyor tüm kozunu
Yazık ediyorsun be dünya
Döndürüyorsun başımızı
Bıktırıyorsun
Susturuyorsun
Bu yüzden insan olamayanlar çok ses çıkarıyor ya
Hala anlamış değiliz.
Ellerimiz parçalanıyor
Eğer kalbi taşıyorsak
Kolay bölünüyoruz
Renkleri katlanılmaz hale getirdik
Çünkü başta onlara inanmadık
Sonradan fark ettik
O da çok az
Çok azımız…
Geçtim senden dünya
Kendi hesaplaşmamıza geldim.
Geri plandasın artık
Biz üstündeyken senin.


10 Temmuz 2013 Çarşamba

Gezi'de kaybettiklerimizin anısına...benden ufak bir ışık...

Bir ağacın gölgesinde göçtük
bir şiirin sularında yüzerken
fotoğraf geldi gözümüze
ve ellerimiz yabancılaştı
ve gözlerimiz buğulu
nefesimiz tutsak
ezber yapıyordu yürekler
kan tuttu midemizi
şaştık kaldık yaşamaya
durduramadık katilleri
durmadı insafsızlar
ve bir ağaç gölgesi kadar
inandırıcı öyküler
siliniyor vicdan
buruluyor sesimiz
tıkadılar yolları
ve bir ağaç gövdesi kadar
umudun tohumları
ve bir ağaç gövdesi haklıdır yine
yaşadığı ezberleri
öğretiyor bizlere
ve bir ağaç gölgesi
ağaç gövdesi
ve bir ağaç
kadar temiz bu yürekler...